Toplumsal eşitsizliklerin kökeni olarak mercimek
Mercimek, kulağa dikkate değer bir arkeolojik bulguymuş
gibi gelmeyebilir; ama Irak Kürdistanı’ndaki prehistorik sit alanı Gurga
Çiya’daki mercimekler, toplumsal dönüşümün ipuçlarına dair veriler sunuyor.
Tam da şu an, Crewe’de bir yemek yarışması izliyor
olmaktansa, Irak’ın Kürt bölgesinde Erken Bakır / Taş Çağı’nın derinliklerine
dalmış olmayı dilerdim. Kürt bölgesindeki sonbahar kazı dönemi iptal edildi.
Benim bir parçası olduğum University College London projesi ve British
Museum’un Kalatga Derbent’teki eğitim kazıları da dahil, birçok uluslararası
ekip bölgeyi terk etti. Irak Kürdistanı’na uluslararası uçuşların 25 Eylül’deki
bağımsızlık referandumu sonrasında Bağdat tarafından durdurulması, bölgedeki
arkeolojik faaliyetleri yılın kazı için en uygun zamanında durdurmuş oldu.
Çok yazık oldu; çünkü havaalanına sepetlenmeden önce
Gurga Çiya sit alanındaki mütevazı höyükte işler oldukça iyi gidiyordu. Altı
yıl boyunca sürdürülen beş sezonluk çalışmanın tamamlanması için sadece bir
haftalık zamana ihtiyacımız vardı.
Gurga Çiya göz alıcı bir sit alanı değil; (prehistorik
olduğundan) ne meşhur bir tarihi var ne de altın veya (az çok muhteşem
sayılabilecek kilden bir keçi heykelciğini saymazsak) muhteşem heykellerden
oluşan gömüleri var. Ama burası, toplumun nasıl daha karmaşık ve sınıflı
biçimlerde yeniden organize edilmeye başlandığına dair önemli bir arkeolojik
hikâye anlatıyor. Bir de buranın mercimekleri var, çok ama çok miktarda
mercimek.
Sit alanında kazdığımız katmanın tarihi, elimizdeki C14
(Karbon 14) örneklemlerine göre, MÖ 4 bin 400 yıllarına dek uzanıyor. Bu, tarih
çalışma alanımızı Ubeyid olarak adlandırılan bir dönemin sonuna yakın bir yerde
konumlandırıyor. Kuzey Mezopotamya’da Ubeyid dönemi yaklaşık olarak bin yıllık
(MÖ 5.300- 4.400) bir zaman aralığını kapsıyor. Bu zaman aralığı, ilk
şehirlerin doğumu için temellerin atıldığı kritik bir toplumsal dönüşüm
dönemini işaret ediyor.
UBEYİD: ORTAK MÜLKİYETİN ORTADAN KALKTIĞI DÖNEM
Ubeyid döneminde insanlar onları daha büyük, kalıcı
yerleşim alanları inşa etmeye zorlayacak daha yoğun, yılın tamamına yayılacak
şekilde tarım yapmaya başladılar. Kaynakların topluluğun mülkünde olduğu, esas
olarak eşitlikçi bir toplum yapısına sahip olan kendinden bir önceki Halaf
döneminden farklı olarak, Ubeyid döneminin sonlarında önemli ölçüde rekabet ve
toplumsal tabakalaşma başladığı görülmektedir. İktisadi üretim özelleşmeye
başlarken, (hem dini hem de dünyevi) otorite merkezileşmiş gibi görünmektedir.
Çalışmanın eş-direktörü Profesör Robert Carter mevzuyu şu
şekilde açıklıyor:
“Gıda üretimi ve depolanması faaliyetlerini kuşatan güçlü
komünal ideolojinin zayıflaması, düzenli olarak daha büyük kazançlar elde
ederek ya da güç kullanımı veya eşitsiz mübadele koşulları aracılığıyla hâkim
hale gelebilecek ailelerin ortaya çıkma potansiyelini artırdı. Buna karşılık,
söz konusu artış Mezopotamya’da şehir hayatının üzerine kurulduğu uzmanlaşma ve
toplumsal eşitsizlik için gereken ön koşulları yarattı.”
Ubeyid döneminde mimari yarı-kalıcı ve çoğunlukla
dairesel yapılardan, kendi kendine yeterli hane halklarının ikamet ettiği
kalıcı, doğrusal binaların yapımına yöneldi. Bu yeni, şehirli hayatın yaygın
yapı tarzını, üç bölmeli haneler, yani büyük bir dikdörtgen merkezi alan ile
birbirinden ayrılan iki küçük odadan müteşekkil binalar oluşturuyordu. Gurga
Çiya’da kazısını yaptığımız bina da bu türden üç bölmeli bir evdi. Ev, yerleşim
alanının sol tarafında, geniş ve parke taşlı bir yolun kenarındaydı. Duvarları
pisé’den (sıkıştırılmış topraktan) yapılmıştı ve aradan geçen altı bin yılı
aşkın zamandan sonra onları çevreleyen nispeten daha az sıkışmış topraktan
ayırt edilmeleri imkânsız hale gelmişti. Bir kazıcı olarak şansıma, evin en
sıra dışı özelliği, binanın doğu kısmındaki karbonlaşmış mercimek yığınıyla
beraber açığa çıkmıştı.
Mercimekler giriş holünden dışarı yayılmış gibi
duruyordu. Odanın alt kısmının 30 santimi siyah mercimek ile doluydu, büyük
kısımlarınsa hemen hemen tamamı mercimekle dolmuştu. Mercimekler giriş odasına
bitişik odalara ve daha öteye yayılmıştı. Muhtemelen bina terk edildikten
sonra, her odadaki çökeltiler, tıpkı içi küçük tohumlarla dolu bir haşhaşlı kek
gibi, küçük siyah noktalarla dolu bir görünüm kazanmıştı. Mevcut çanak çömlek
parçaları da, dairesel mercimeklerin yüzeylerine uyguladığı baskıdan kalan bu
düzenli yuvarlak noktaların izleriyle kaplanmıştı. Meslektaşım Ben ile girdiğim
iddiadan ötürü biraz Ubeyid mercimeği yedim; mercimekler tıpkı günümüzün
mercimekleri gibi yoğun bir toprak tadındaydı.
Mercimekler bu kadim duvarların içine değil, yüzeyine
saçılmış olduğundan, mimarinin tanımlanmasına büyük bir yardımda bulundular.
Duvarların kötü koşullar içinde olmasından ötürü bu durum son derece kullanışlı
oldu. Bunun duvarların sınırlarını çok düşük bir hata payıyla belirlememde
önemli bir payı oldu. Elbette, mercimeklerin asıl yararı, bize MÖ 5. yüzyılda
Gurga Çiya’daki yaşam hakkında anlattıklarından ileri geliyordu. Tüm diğer
kazılarda olduğu gibi, odalardaki çökeltilerden aldığımız botanik örnekleri de
yüzdürme yöntemiyle ayrıştırdık. Çökelti dolu torbaları seçici örneklem yoluyla
topladık ve sonra onları büyük bir su deposunun içine koyduk. Toprak çözülür,
büyük parçalar dibe batar ve bir ağ tarafından tutulurken, hafif parçalar,
kömür, bitkisel malzemeler, tohum ve mercimekler yüzeye çıktılar. Bunlar
kurutulup ilgilenmesi için arkeobotaniste (arkeolojik alanlardan toplanan
bitkisel bulguları inceleyen botanik dalı) teslim edildi. Söylemeye gerek yok
ki, botanik malzememizin yüzde 90’ını oluşturan mercimeklerden
arkeobotanistimiz Lara’ya gına gelmişti. Malzemenin geriye kalan kısmını ise
çoğunlukla gernik buğdayı, arpa, çavdar ve yulaf oluşturuyordu.
MERCİMEĞİN KISA TARİHİ
Mercimek insanlar tarafından ekilmiş en eski ürünlerden
biridir. Mercimek, avcı-toplayıcılıktan erken çiftçiliğe geçişi kolaylaştıran
bitki ve hayvan kullanımındaki yenilik setinin oluşturduğu “Neolitik paketin”
bir parçasını oluşturur. Kuzey Irak bölgesindeki Gurga Çiya, mercimeğin
ehlileştirilmesi de dâhil, bu yeniliklerin çoğunun kökeni olan güneydoğu
Türkiye ve kuzeydoğu Suriye’den çok uzakta değildir. DNA analizleri
göstermiştir ki ehlileştirilmiş mercimek, kökleri bu bölgede olan yabani Lens
culunaris ssp. orientalis türü ile yakından bağlantılıdır. En eski
ehlileştirilmiş mercimek, İran’daki Tepe Sabz adlı sit alanında bulunmuştur ve
tarihi, bizim Gurga Çiya’daki mercimeklerden yaklaşık olarak bin yıl öncesine,
yani MÖ 5 bin 500-5, bine kadar uzanmaktadır.

Topraktan yeni çıkmış, 6,400 yıllık mercimekler.
Fotoğraf: Mary Shepperson/University College London’ın izniyle yayımlanmıştır.
Bununla beraber, başka hiçbir sit alanı, Gurga Çiya’da
bulduğumuza yakın bir miktarda mercimeğe sahip olamamıştır. Botanik kalıntılar
genellikle ekimi mercimek ve bakliyattan daha kolay olan hububatların
hâkimiyeti altındadır. Bunun önemli bir nedeni, hububatlardan farklı olarak,
mercimeğin iyi bir bitkisel protein kaynağı olması olabilir. Bu nedenle
mercimek ekimi, belki de, Gurga Çiya diyetindeki diğer açıkları kapatması için
bulunan bir çözümdü.
Bu kadar büyük bir mercimek deposunun kamuya ait bir bina
yerine özel bir evde bulunması, Obeyd dönemi açısından simgesel bir değer
taşımaktadır. Daha eşitlikçi olan önceki dönemlerde olduğu gibi topluluğun
bütününe ait olmaktansa, çalışkan bir çiftçi ailesinin malı olan değerli bir
mahsulü temsil etmektedir. Gurga Çiya mercimekleri, toplumsal eşitsizliklerin
başlıca mekanizmalarının doğumuna tanıklık eden bir dönemdeki özel servet
birikiminin temsilcisi olarak kabul edilebilir.
Dikkate değer bir uyum içinde, modern Gurga Çiya diyeti
de bunaltıcı bir mercimek hâkimiyeti altındaydı. Kazı ekibi, Allah’ın her günü
öğlen yemeklerinde mercimek çorbasıyla ödüllendiriliyordu. Şahsen ben çok da
meraklısı değildim.
Gurga Çiya’daki çalışma University College London ve
University College London Qatar’ın, Bölgesel Kürt Yönetimi ve Süleymaniye Eski
Eserler Müdürlüğü ile iş birliği içinde yürüttüğü bir projedir. Eş-direktörleri
Prof. David Wengrow (UCL) ve Prof. Robert Carter’dır (UCLQ).
* Mary Shepperson Bronz Çağı’nda kentleşme üzerine
uzmanlaşmış bir arkeologdur.
Yazının aslı The Guardian‘da yayınlanmıştır. (Çeviren: Ahmet Murat Aytaç)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder